Ana sayfa KÜLTÜR & SANAT Genç Goethe’nin Aşkı

Genç Goethe’nin Aşkı

1

Büşra Gizem ALPTEKİN, NMD

“İnsan kalbini anlamak olanaksız bir şey!” der Goethe.

Karşılıksız aşkın, melankolinin ve romantizmin uçlarda yaşanan tutkusunu anlatan bu roman, henüz daha yirmi beş yaşında iken Goethe’ye Dünya çapında bir ün kazandırmıştır. Yayımlandığı günden beri birçok ülkede intihara teşebbüsü arttırdığı düşüncesi ile yasaklanan roman, gençlerin platonik aşklarının bir yansıması olmuş, Avrupa sokaklarında Werther’in giydiği mavi frank, sarı yelek ve çizmelerin modası uzun bir süre eskimemiştir. Hatta Napoleon’un bu romanı yanından ayırmadığı söylenir. Avrupa’yı uzun bir süre sarsan bu roman, Alman Edebiyatı’nda romantizmin (Coşumculuğun) başlangıcı olmuş ve melankolinin en üst noktası olarak kabul edilmiştir.

Werther’in öyküsü, Wahlheim’e yerleşmesi sırasında arkadaşı Willhelm’e olan mektuplarıyla başlıyor. Wahlheim’e şehirden kaçmak, sakinliği ve doğanın dinginliğini hissetmek için gelen Werther bu yeni şehirde tanıştığı soylu bir ailenin kızı olan Lotte’ye âşık olur. Lotte her ne kadar Werther’e karşı yakınlık hissediyor olsa da Albert ile nişanlıdır. Karşılıksız aşk düşüncesine çok fazla yer verse de Goethe, Werther ve Lotte ile arasındaki çekimi okuduğunuz her sayfada hissedebiliyorsunuz. Dünya görüşlerinden, doğadan, çocuklardan bahsettikleri konuşmalarında bile Werther her zaman Lotte’nin hislerine karşılık verdiği düşüncesini barındıyor içinde. Lotte’nin ufacık bir bakışı bile Werther’in naif kalbine dokunuyor. Lotte’ye olan aşkı başlarda yaşam enerjisi veriyor olsa bile Werther’e, Albert’in varlığı huzursuzluğa neden oluyor ve Werther’i oradan uzaklaşmaya itiyor. Her mektubunda Albert’e olan saygısını dile getiriyor olsa da Lotte’ye olan aşkına ve kavuşmalarına engel olduğu düşüncesini aklından atamıyor.

Böylesine yoğun olan hislerini dile getirmekten asla kaçınmıyor Werther: ‘Bazen aklım almıyor; onu yalnızca ben, hem de öylesine içten, öylesine dolu dolu severken, ondan başka hiçbir şey görmez, bilmezken, ondan başka hiçbir varlığım yokken, nasıl olur da onu bir başkası da sevebilir? ‘

Werther’in bu karşılıksız aşkını ve bunun onu ruhsal bir çöküntünün eşiğine sürüklemesini okurken hislerin ve hissetmenin, tutkulu bir aşkın insana neler yapabileceğinin bir sınırı olmadığını düşündüm hep. Karşılıksız aşkından bir kaçış yolu olarak ölümü görmesi belki de Werther’in sınırıydı. Lotte’yle tanıştığı günü cennet olarak betimleyen Werther, cehennemini Lotte’ye olan aşkı ile tadıyor.

‘Hem beni hem kendini mahvedecek zehri hazırladığını görmüyor, hissetmiyor; mahvolmam için uzattığı kâseyi büyük bir zevkle sonuna kadar içiyorum.’

Werther’in öyküsünü her okuduğumda onun acısını hep aynı yoğunlukta hissettim, “ Böylesine sevmek mümkün mü ” diye defalarca düşündüm. Goethe’nin hayatını incelediğimizde; Werther’in Lotte’sinin kurgusal bir karakter olmadığını anlarız. Goethe bu karakteri, hukuk stajı yaparken aşık olduğu Charlotte Buff’tan esinlenerek yazmış. Goethe, arkadaşı Christian Kestner’in nişanlısı olan ve sonra evlendiği Charlotte’ye karşı hislerini meğer Werther’in şairane kalemi ile bize aktarmış.

Werther Dünya Edebiyatında naif kişiliği, tutkulu aşkı ile her zaman çok özel bir yerde olacak. ‘Gökyüzü bir sevgilinin hayali gibi bütün ruhumu kapladığı zaman, birçok kere içimi çekerek: Ah, bütün bu duyduklarını tekrar ifade edebilsen! İçinde bu kadar bol ve bu kadar sıcak bir halde yaşayan şeyleri bir kağıdının üstüne tümden dökebilsen de senin ruhun ulu Tanrı’nın aynısı olduğu gibi, bu kâğıt da ruhunun aynası olsa! diye düşünüyorum.’

1 YORUM

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.