Ana sayfa KÜLTÜR & SANAT İnovasyon, Keşif, Sabır, Sevgi, Emek ve Özgül Gürbüz…

İnovasyon, Keşif, Sabır, Sevgi, Emek ve Özgül Gürbüz…

0

Kaan MAYALI, POV

Henüz 38 yıllık hayatına sektör deneyimi, akademik çalışmalar, sayısız ulusal ve uluslararası ödül, harika projeler, karakter tasarımları, filmler ve hayaller sığdırmayı başaran Özgül Gürbüz, hala keşfetme gayretinde olduğu animasyon dünyasına bizi de davet etti.

Biraz kendinizden bahseder misiniz?

Eskişehir’de dünyaya geldim. İlkokul, ortaokul ve lise eğitimimi Eskişehir’de tamamladıktan sonra kısa süreli ama öğretici bir İzmir maceram oldu. Üniversite sınavında Dokuz Eylül Üniversitesi, Endüstriyel Elektronik Meslek Yüksek Okulu’nu kazanmıştım. Ama çok kısa sürede bana göre olmadığını anladım. Eskişehir’e dönüp Güzel Sanatlar Fakültesi sınavlarına hazırlandım. İlk yıl Seramik bölümüne girdim. Kayıt yaptırıp hazırlık okudum. İkinci girişimde asıl tercihim olan Animasyon Bölümü’nü kazandım. 2004 yılında bölümden lisans derecesiyle mezun olduktan sonra iki yıl üniversitede Araştırma Görevlisi olarak çalıştım.

O sırada karşıma Animaİstanbul Stüdyosu’nda çalışma fırsatı çıkınca eğitimime ara verip İstanbul’a taşındım. Ancak iş yoğunluğundan ve birazcık da odağım kaydığı için tezimi o anda gerekli olan sürede tamamlayamadım. Daha sonra yeniden İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü’nde projeli yüksek lisansa başladım. Derslerimi verdim. Şu anda projem üzerinde çalışmaktayım. Sektörde çalışırken bir yandan da kişisel kısa animasyon filmlerimi üretmeye devam ediyorum. Özetlersek, iki yıl Eskişehir’de Animasyon Bölümü’nde asistanlık deneyimim, on bir yıl İstanbul’da (animasyon sektöründe ve kendi kişisel projelerimdeki deneyimim) olmak üzere toplam on üç yıldır animasyon işinin içindeyim.

Sizi animasyona iten ne oldu?

Beni animasyona iten değil de çeken birçok sebep olmuş olabilir. Hayal kurmak konusunda sınırsız bir özgürlük alanı tanıması, her şeyden bağımsız bir şekilde üretim yapma şekline izin vermesi, hayallerimin gerçekleşmesinin bir yolu olması, gerçek dünyanın kurallarına meydan okumakla ilgili sahip olduğum motivasyon, benim için kendini ifade etmenin en etkin yolu olması, bu yolla insanlarla iletişim kurarak hayatlara dokunma şansına sahip olmak, sürekli inovasyon yapmayı ve keşfetmeyi gerektiren bir alan olması, sabır, sevgi ve emek harcamayı gerektirmesi, çok kolay olmadığı için herkesin yapmayı tercih etmemesi, elimden gelen işin bu olması, para kazandığım iş olması, bir çok alanda iş (ürün, servis) üretme ve satma potansiyelinin olması, sürekli gelişmekte olan bir alan olması, şaşırtması, ezber bozması, hep yeni bir şeyler öğrenmeyi gerektirmesi, eğlenceli olması, ilham vermesi, bu yolla başkalarına ilham verebilmek, dünyanın en yaratıcı, en eğlenceli ve en sabırlı insanlarıyla çalışmak, yine bu insanlardan oluşan iletişim ağının içinde olmak, dünyayı festivaller yoluyla gezmeme olanak tanıması, önce kendi kendini motive etmek, sonra çıkan sonucun sizi motive etmesi, takım üyesi olarak bütünün bir parçası olmayı gerektirmesi, önyargısız olmakla çok ilgili olması, çocuk kalmaya hatta saçmalamaya izin vermesi, kendi yaptığın espriye gülmek, güldürmek, harcadığın emeklere değdiğini hissetmek, sihir yapmış gibi hissetmek, mutlu etmek, mutlu olmak, üretimin yoğun bir şekilde odaklanmayı ve anın içinde olmayı gerektirmesi, değer vermek, değer katmak ve sonucunu almak, heyecan verici olması, duyguların bu yolla daha etkin bir şekilde görselleştirilebilmesi ve tüm bunların beni kendi istediğim gibi yaşamaya yaklaştırması… Beni bu maceraya çeken, tüm zorluklarına rağmen animasyon sanatının bana tüm bu güzellikleri de yaşatmasıdır.

“Okula başlamadan önce kağıtlara, duvarlara, çerçevelerin arkasındaki kartonlara, boş bulduğum her yere resim yapardım. Neyse ki ailem evin duvarlarını benden daha çok önemsemiyordu, şanslıydım.”

Animasyondan önce resim sanatıyla aranız nasıldı?

Çocukluğumun çok erken dönemlerinden beri resim yapmaya ilgim vardı. Okula başlamadan önce kağıtlara, duvarlara, çerçevelerin arkasındaki kartonlara, boş bulduğum her yere resim yapardım. Neyse ki ailem evin duvarlarını benden daha çok önemsemiyordu, şanslıydım. İlkokula başladıktan sonra, resim defterlerimin doldurduğum sayfalarını öğretmenim sergiye asmak için hep yırtıp alırdı. Annem uzun süre kendim yırtıyorum zannetmişti. İlkokul 3. sınıfta resim yarışmasında ilk ödülümü aldım. Ödül olarak verdikleri renkli boya kalemleri, dolma kalemler, sulu boyalardan oluşan seti kazandığımda hissettiğim “ben bunları kendi kendime kazandım duygusu” ve yaşadığım hazzı anlatamam. Daha sonraki yıllarda da resim yapmak hep en sevdiğim aktivite olmuştu. Bunları gören sınıf arkadaşlarım, komşuların çocukları yapmak istemedikleri resim ödevlerini yapmam için bana getirirlerdi. Ancak ortaokula gelince o zamanlar “daha önemli” diye nitelendirilen dersler ağır bastı. Fen bilimleri, matematik, edebiyat, fizik, kimya… Derken ben vakit ayırıp resim yapmaktan biraz uzaklaştım ama defterlerimin kenarları sıkıldığım derslerde yaptığım karalamalarla doluydu. Resim öğretmenimin Güzel Sanatlar Lisesi’ne girmem konusundaki teşviklerine rağmen (o zamanlar çevremdeki baskın inanış, resim yapmanın ancak hobi olarak yapılabilecek bir uğraş olduğu, meslek olarak seçilse de çok para kazanılamayacağı yönündeydi), kendi ilgi ve yeteneklerimi dikkate almayıp lisede “Matematik-Fen” bölümünü seçtim.

Üniversitede kazandığım Endüstriyel Elektronik Bölümü’nün derslerine girmek zorunda kaldığımda bu işin gerçekten bana göre olmadığını anladım; ancak okulu bırakmak istediğimi aileme söylemeye cesaret edemiyordum. Derslere girmiyor, tüm vaktimi arkadaşlarımla gezip eğlenerek geçiriyordum. Tam o zamanlar kaldığım yurdun koridorunda zevkle resim yapmakta olan bir kız öğrenci gördüm. Hemen yanına gidip tanıştım, o an belki de hayatımın dönüm noktalarından biriydi. Eylem, Dokuz Eylül Üniversitesi, Resim Öğretmenliği Bölümü son sınıf öğrencisiydi. O günden sonra vaktimi dışarı çıkıp eğlenmek yerine onun resimlerini boyamasına yardım ederek geçirdim. Benim ilgimi görünce istersem Güzel Sanatlar Fakültesi sınavlarına hazırlanmama yardım edebileceğini söyledi. Ben sevinçten havalara uçtum tabii. Bana küçük küçük ödevler veriyordu. O andan itibaren başka hiçbir şeyle ilgilenmeyip, durmadan çizim yapıyordum. Bir şekilde bunu öğrenen annem İzmir’e geldi ve bana “Olsun kızım, böyle bi karar verdiysen okulu bırak, Eskişehir’e dön, sınava yanımızda hazırlanırsın” dedi. Hemen Eskişehir’e dönüp G.S.F. hazırlık kurslarına başladım.

Sektörde VFX, 3D modelleme gibi pozisyonlar varken neden karakter tasarımcılığını seçtiniz?

Karakter yaratmanın yalnızca estetik şekiller yaratmaktan ibaret olmaması, insan psikolojisi, sosyolojik içeriği hakkında da kapsamlı bilgi ve kavramayı gerektiriyor olması beni her zaman çok heyecanlandırmıştır. Albenili karakterlerin hikâye anlatımında izleyici ile iletişim kurmanın en önemli araçlarından biri olduğunu düşünüyorum. Karakter üretiminde kendimi geliştirmemin, kendi ürettiğim projelere de katkı sağlayacağına inandığım için bu alana yöneldim.

Bir karakterin ortaya çıkış sürecini anlatır mısınız?

Karakter ve hikâye birbirini karşılıklı olarak etkiler. Karakter genellikle senaryonun ihtiyaçlarına göre geliştirilir. Ancak bu tersine de dönebilir. Çok ilham verici bir karakterden esinlenerek onun üzerine bir hikâye de yazılabilir. Sosyolojik, psikolojik, fizyolojik olarak karakteri oluşturan katmanlar vardır. Bu katmanların her biri birbirini, karakterin gelişimini, kavramsal, işlevsel ve estetik boyutta etkiler. Senaryoda davranış şekli, olaylara, durumlara karşı tepkisi karakterimizi oluşturur. Yani ancak film bittiğinde karakterimizi gerçekten tam olarak tanırız. Senaryodaki çatışma içeren sahneler karakterin özelliklerinin açığa çıkması için çok uygun sahnelerdir. Ancak bu özellikler sadece derinliği olan karakterlerde aranır.

Buna karşın tiplemeler ve stereotip karakterlerde böyle bir derinlik aranmaz. Üç boyutlu animasyonun üretim sürecini kendi deneyimlerim üzerinden anlatacak olursam, fikir >sinopsis> senaryo aşamalarından sonra, storyboard çizilip bu süreci takiben animatik, layout ve previz yapılır. Fotoğraflardan, filmlerden karakter için referans olabilecek örnekler taranarak detaylı bir ar-ge çalışması bunu takip eder. Eş zamanlı olarak konsept tasarımı (karakter ve arka plan konseptleri), karakter eskizleri üzerinden karakter tasarımı netleştikten sonra, karakter model-sheet oluşturulur. Bu model-sheet’e sadık kalınarak karakter modellenir ve yüz ifadeleri (blend shape hedefleri) oluşturulur. Daha sonra karakter rig’lenerek animasyona hazır hale getirilir. Bir yandan karakter modellendikten sonra karakter konseptlerine göre doku ve görünüm geliştirmesi yapılır. Sahne içinde nasıl görüneceğini test etmek amacıyla render testler yapılır.

Bir karakterin kaç adet versiyonunu yapıyorsunuz?

Bu değişebilir, eğer net bir veri varsa ya da kafanızda o karakterin net bir imgesi varsa bu bir kerede de çıkabilir. Kişisel işlerde senaryonun ihtiyaçlarına yönelik hangi karakterin daha uygun olabileceğine emin olamıyorsak alternatifli çalışıp aralarından seçtiğimiz de olabiliyor. Ya da bazen ticari projelerde veri net olmayınca müşteriler görünce ne istediklerini daha iyi anlıyorlar, bunun için birbirinden farklı opsiyonlar sunarak, bunların içinden seçim yapmaları sağlanabiliyor. Bu opsiyonlardan hiçbiri değilse de revize ederek yeni opsiyonlar yaratabiliyoruz.

Benim haberim bile olmadan bölüm başkanımız Fethi Kaba’nın filmlerimizi topluca gönderdiği uluslararası bir animasyon yarışması olan Hamburg Animasyon Festivali’nde ülke ödülü alarak ilk defa yurt dışına çıkma şansım oldu.

Yönetmenliğini yaptığınız iki filmin, geçen sene ödül üstüne ödül alan ‘’Evcilik‘’in ve 2012 yılında “Flawless Life”ın doğuş ve yapım aşamasını anlatır mısınız?

Üç tane animasyon filmim oldu şimdiye kadar; ilk filmim mezuniyet filmim olan “Love and Marriage”dı. O filmi yaparken aslında film yaptığımın bile farkında değildim açıkçası. Mezun olurken ödev olarak yaptığım bitirme projemdi. Yaparken bana oyun gibi gelmişti, çok eğlenmiştim. Benim haberim bile olmadan bölüm başkanımız Fethi Kaba’nın filmlerimizi topluca gönderdiği uluslararası bir animasyon yarışması olan Hamburg Animasyon Festivali’nde ülke ödülü alarak ilk defa yurt dışına çıkma şansım oldu. Aldığım ödül, edindiğim o deneyim ve yaşadığım içsel tatminden sonra güçlü bir şekilde bu işi yapmaya devam etmek istediğimi hissettim ve olaylar gelişti… Flawles Life’ı yapma fikri, ilk filmim Love and Marriage’ın Hamburg Animasyon Festivali’nde ödül almasıyla Hamburg’a gittiğim sırada ortaya çıktı. Şehri gezerken rastladığım evsiz insanlardan bazılarının, evsiz olmayı bir yaşam biçimi olarak seçtiğini, devletin onlara yaptığı yardımı kabul etmediğini öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Bu kadar şaşırmam aslında benim bu konudaki ön yargımın işaretiydi. Toplumun çoğunun sahip olduğu bu ön yargıyı kullanıp, aksinin de olabileceğini ispat etme ya da bu konudaki objektif bir bakış açısına sahip olunabileceği konusunda önce kendi kendimi ikna etme motivasyonu ile bu fikrin ortaya çıktığını sanıyorum.

Bir süre her şeyi tek başıma yapmaya çalıştım ancak filmi bitiremedim.
Filmi bitirememenin vermiş olduğu huzursuzluk ile bir süre sonra herkesle bu konuda konuşur olmuştum. Daha sonra bir şekilde Canlandıranlar Yetenek Kampı’nı keşfetmemle her şey yeniden başladı. Üretim aşamasında o sırada çalıştığım şirket olan Animaİstanbul’un desteği, çevremdeki bu konuda yetkin olan arkadaşlarımın destekleri, başvurup kabul edildiğim Canlandıranlar Yetenek Kampı’nın sağladığı motivasyon ve filmi final gösterim gününe yetiştirme gerekliliği sayesinde ikinci filmim Flawless Life’ı gerçekleştirme şansı buldum. Burada, Berat İlk benim filmimin ve benimle birlikte birçok CYK filminin prodüktörlüğünü yaparak bu filmleri hayata geçirmemizde büyük katkı sağladı. Flawless Life’ı herhangi bir bütçe olmadan kişisel özveri ve aldığım destekler sayesinde gerçekleştirmiş oldum.

Playing House’ın doğuşu ise şöyle oldu: Arkadaşım Cenk Köksal ben Flawless Life‘ı tamamladığım sırada kendisinin de bir animasyon filmi fikri olduğundan bahsetti. Yazmış olduğu hikâyeyi anlattığında çok heyecanlandım ve bu filmi mutlaka yapması gerektiğini söyledim. Konu hem çocuklarla ilgili olduğu, hem de aslında anlatılması çok zor olan bir konu olan aile içi şiddetin sonuçlarını çok zekice ortaya koyduğu için çok ilgimi çekmişti. Cenk de filmi ortak yapmayı teklif edince kabul ettim ve senaryoyu birlikte geliştirmeye başladık. Ön prodüksiyon aşamasını tamamladıktan sonra kültür bakanlığı film yapım fonlarına başvurduk. Birinci değil ama ikinci kez hazırlıklarımızı güçlendirerek başvurumuzda projemiz kabul edildi ve kültür bakanlığı tarafından bu şekilde fonlandı. Bir yandan filmin ortak yönetmenliğini yaparken, diğer yandan karakter tasarımı, modelleme, taslak ve storyboard gibi kısımlarda da çalıştım. Cenk de projenin ortak yönetmeni, prodüktörü ve editörü olarak çalıştı ve animatiklerini yaptı. Yine kendi alanlarında en yetkin olan konsept artist, dijital artist ve animatör arkadaşlarımızla çalışmamızın filmin görsel kalitesini arttırmamızda çok büyük etkisi oldu. Bu sefer ödeme de yapabildiğimiz için süreç çok daha rahat ve hızlı gelişti. Bir de ayrıca 1000 Volt Animasyon stüdyosunun da stüdyo desteğini alma şansımız oldu. Festivallere başvurma sürecini de filmin prodüktörü olarak Cenk yürüttü. Bir yandan festival başvuru sürecini yönetmek için Promofest diye bir ajanstan destek aldık. Bu şekilde ulusal ve uluslararası birçok festivalde ödül ve gösterimlerimiz oldu, bazılarına davet edildik ve bizzat katıldık.

Bu iki filmin arasında tecrübe farkı gözlemlediniz mi?

Evet, şöyle farklar gözlemlediğimi söyleyebilirim: Bütçe açısından, Playinghouse’da projemiz Kültür Bakanlığı tarafından fonlandığı için ekibe ödeme yapabilme rahatlığımız oldu. Bu, süreci çok hızlandırdı. Daha önceki projem Flawless Life’daki gibi işi çok fazla kişiye bölüştürmek zorunda kalmadım. Yapım süreci konusunda, bir önceki filme göre daha tecrübeli olduğum ve bir ortak yönetmenle çalışma şansına sahip olduğum için daha rahat bir süreç geçirdiğimi söyleyebilirim. Ortak yönetmenle çalışmak, uyum sağlayamazsanız riskli olabilir ama biz uyumlu çalışabildiğimiz için şanslıydık. Bir yandan da Kültür Bakanlığı’ndan fon alarak film üretmenin yaptırımı daha fazlaydı. Gönderim tarihine yetiştirme konusu çok daha elzem hale geliyor. Çünkü filmi sunduğunuz takvimde vaat ettiğiniz şekilde zamanında bitiremezseniz “aldığınız fonu geri ödemek” gibi zorunluluklar gündeme gelebiliyor.

Gelecekteki projelerinizden bahseder misiniz?

Şu anda halen iş modeli üzerinde çalıştığımız bir girişim projemiz var. Üretim sürecinde final ürünün hala değişme ihtimali bulunduğu için belli bir aşamaya gelmeden önce paylaşmamız çok doğru olmayabilir. BtoB olarak şirketlerin ihtiyaçlarına yönelik “marka deneyimi ve tanıtımı” üzerine çalışmakta olduğumuz birtakım projelerimiz var. Bu projelerin bazılarını AR/VR, üç boyutlu ya da stereoskopik üç boyutlu yöntemi kullanarak üretmeyi planlıyoruz. Kişisel kısa film projelerim var. Senaryosu ve karakter tasarımlarını bitirmek üzere olduğum filmin hikayesini burada açıklayamasam da, basitçe konusunun “sosyal fobi” ile ilgili olduğunu söyleyebilirim. Eğitmen arkadaşlarımızla iş birliği halinde bir çocuk kitabı adaptasyonu olan sosyal içerikli bir animasyon film projemiz de var. Belgesel projesi olarak, bana hayatım boyunca en çok ilham vermiş insanlardan biri olan babaannemle ilgili bir orta metraj film projem var. Çekimleri yapıldı, kurgu aşamasında… Daha önce de yine babaannemin oynadığı “Babaannem Coco Chanel” diye kurmaca bir kısa film çekmiştim. Bunların dışında erken aşamada olan henüz netleşmemiş başka fikirler, iş birliği olasılıkları da var.

Çalışmalarını severek takip ettiğin birileri var mı?

Var tabii… Ayçe Kartal, Sinem Sakaoğlu, Nermin Er, Ayşe Ünal, Svetlana Andrianova, David Chai, Arvin Medghalchi, İdil Ar, Gökalp Gönen, Nurbanu Asena, Serdar Çotuk, Denizcan Yüzgül, Ethem Onur Bilgiç ve Nazlı Eda Noyan… Kısa ve uzun metraj animasyon film deyince ilk aklıma gelen isimler arasında.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.