Ana sayfa KÜLTÜR & SANAT Ahmet Tamer Çınarcık: “Bizim Meslek Sevmeden Yapılabilecek Bir İş Değildir”

Ahmet Tamer Çınarcık: “Bizim Meslek Sevmeden Yapılabilecek Bir İş Değildir”

0
Zeynep Sebiha ALPASLAN, FTV

Bahçeşehir Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü’nde  “Prodüksiyon ve Post Prodüksiyon” dersi veren ve bu alanda sektörün en değerli profesyonellerinden biri olan Ahmet Taner Çınarcık, nam-ı diğer Tamtam hocamız ile keyifli bir sohbet yaptık…

Merhaba Tamtam hocam, öncelikle bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendinizden biraz bahseder misiniz?

Rica ederim. 1967 yılında İstanbul’da doğdum. Eğitimimi İstanbul’da tamamladım. 1988 yılında TRT’de yapım yardımcısı olarak göreve başladım. Akitli ya da günümüz Türkçesi ile sözleşmeli personel olarak çalışıyordum. 1989 yılından sonra TRT’nin montaj bölümünde bir eğitim sürecinden geçtim. Tabi bu akademik bir eğitim değildi. Bu düğmeye basınca bu oluyor şuna basınca şu oluyor şeklinde teknik bir eğitimdi. Orada yaklaşık bir sene televizyon programlarını kurguladım. Ayrıca müzik, belgesel, stüdyo klipleri, özel gün eğlenceleri ve tartışma programlarının kurgu işlerini yaptım. Ödül alan belgesellerim de var. Şafak Bakkalbaşıoğlu yönetmenliğinde Lafu Güzaf ve Handan Türkeli yönetmenliğinde Horun Kıyısı’nda güzel işlerdi. 1990 yılında İmaj Televizyon firmasına montajcı olarak geçtim. Daha sonra teknoloji gelişti, değişti ve non-linear sistemler çıktı. Biz bant- linear sistemden gelen montajcıların bir grubu Avid’ten devam ettiler. Ben ve birkaç arkadaşım composing’ten devam ettik. Nuke, Firesmoke ve Flame kullanıyordum ama şu anda Bondo Medya adında yeni bir şirketin kurucu ortaklarındanım. Bu şirkette reklam, halkla ilişkiler departmanları sorumlusuyum. Şirketin tanıtım faaliyetlerini ve müşteri ilişkilerini yönetiyorum. Ayrıca Bahçeşehir Üniversitesi’nde dört dönemdir ‘Post Production and Producing’ dersi veriyorum.

Bize Post Prodüksiyon sürecini anlatır mısınız? Özellikle Reklam ve Sinema filmlerinin post süreci nasıl işliyor?

Aslında ikisini farklı değerlendirmemiz gerekiyor. Reklam filmleri daha hızlı üretilip hızlı tüketilen işler oldukları için güncel olmak zorundadır. Sinema filmi ise daha evrensel ve geniş zamanlı işler olabiliyor. Üretim aşamasındaki iş akışına baktığımızda da aynı süreçlerden geçiyor. 

Nedir bu süreçler? 

Set öncesi hazırlık süreci; bu süreç post aşaması dışında geçiyor. Bizimle alakalı olan kısmı ise çekimden önce başlıyor. Kurgu aşaması bittikten sonra ses ve renk çalışması aynı anda başlayabiliyor. Eğer görsel efekt varsa renkten sonra yapılıyor. Yaygın uygulama böyle, bunlar bir kural değil. Renk yapılırken görsel efektlere başlandığı durumlarda olabiliyor. Bu biraz colorist, onlinecı ve yönetmenin kararına bağlı bir durum. Zamanı ve bütçesi kısıtlıysa bu işler aynı anda da yapılabiliyor. Uzun metrajın kendine özgü post prodüksiyon süreci var. Çünkü uzun metraj filmler sahne sahne birbirine bağlanabiliyor. Bazen zaman ve bütçe darlığından sahneler renge gidebilir. Sahnelerin bazıları görsel efekte başlayabilir veya bu filmlerin içinde 3D obje varsa ki buna en güncel örnek Arif V 216’dır; post süreci çekimden de önce başlıyor. Uzay gemileri, Özkan Uğur’un oynadığı kahramanın hologromik görüntüsü var; distopik bir İstanbul var. Bunların yapılması için filmin çekilmesini beklemek gerekmiyor. Marvel, DC Comics filmleri gibi filmlerde, setten de önce senaryo aşamasında başlayan bir post prodüksiyon çalışması oluyor. Bazen daha önce çekilmiş filmlerin önceki işleri kullanılıyor ve yaptıkları modellemeyi geliştiriyorlar. Bu konuda en güzel örnek Gotham şehridir. İlk Batman filminden beri aynı modeli geliştirerek, eklemelerle güncelleyerek, şehri büyüterek, binaları değiştirerek, Gotham’ı yeniliyorlar. 

Film çekmek çözümler ve çareler üretme işidir. Önümüze gelen film bir yapbozdur, biz parçaları doğru yerleştirerek bütünleştiririz. Aslında yönetmen de bu yapbozu bir araya getiren kişidir. Herkesin kendine özgü yapboz yapma yöntemi vardır; kimi köşelerden başlar kimi sakin alanları bitirir ondan sonra karmaşık bölümlere geçer. Her yönetmenin de yoğurt yiyişi farklıdır, bulduğu çözümler farklıdır. Yönetmenlik bu çözüm üretmeyi; ekonomik, hızlı, kaliteli ve estetik olarak yapmaktır. Fakat maalesef ülkemizde film yapan insanların zamanı, parası ve tahammülü yoktur. Belki de ellerinde aslında iyi bir senaryo da yoktur. Bize şöyle gelirler: “İki haftamız var, hiç paramız yok, çok güzel bir film olsun, Cannes’da yarışmaya katılacak.” Böyle olmuyor maalesef. Batı’da sinema sektörü bir üçgen üretmiş; kalite-zaman-para diye. Ancak üç köşesini de oluşturursanız kaliteli, ekonomik ve çok seyredilebilecek bir film üretebilirsiniz. Bunlardan bir tanesi azalır veya eksilirse diğerlerinden de feragat etmek zorunda kalırsınız. Paranız yoksa filmi daha uzun sürede yapabilirsiniz, zamanınız yoksa filmin kalitesinden ödün vermek zorunda kalabilirsiniz, kalite istemiyorsanız ortaya iyi bir iş çıkmayabilir. Daha önce dediğim gibi film yapmak, çare ve çözüm üretme işidir. Bunu da yönetmenler yapar. O yüzden ben yönetmenleri doktor olarak tanımlarım; çünkü eğitimleri hiç bitmez. Eğer mezun olurlarsa sinema eleştirmeni olurlar. Yönetmenler güncel teknolojiyi, güncel çekim tekniklerini ve post prodüksiyon gelişmelerini takip etmek zorundadırlar. Öte yandan üretkenliğini korumak ve gündemi de takip etmek, yaşadığı toplumu bilmek de gerekiyor.

Peki yeni sinemacılara ne tavsiye edersiniz?

Bu işe gönül vermiş, bulaşmış herkese bir tek tavsiyem var bu işi çok seviyorsan yapmaya devam et. Ne yapıyorsan yap ama en iyi şekilde yap. Başka türlü yükselmenin, hedeflere ulaşmanın ben bir yolunu bilmiyorum. Torpille, rüşvetle yükseleni veya çok eskiden beri bilinen “yönetmenin yatak odasından geçer” klişesi gibi şeyleri ben görmedim. Bu yol tozlu, topraklı, dikenli; ama ne kadar iyi hazırlanırsak o yolda düşmeyiz, ayaklarımıza diken batmaz ve hedeflerimize emin adımlarla ilerleriz. Tabi ki bunun için önce bir hedef koymak lazım. Bunu yaparken de kulaktan dolma bilgiyle, birine bakıp özenerek değil de bunların içinde bulunarak, mesai ve emek harcayarak karar verin. Üretin! Sahip olduğunuz paylaşım mecralar çok fazla, bunları ıskalamayın. Çekin ve paylaşın, işinizi çok sevin, ciddiye alarak, dört elle sarılarak yapın. Olumlu veya olumsuzluklarla karşılaştığınızda önce kendinize sorun. Üç arkadaş staj yaparken şirket sizinle değil diğerleri ile devam ettiyse neden sizi seçmediklerini önce kendinize sorun. Yılmadan, kırılmadan denemeye devam edin. Bir sürü önerim reddedildi; ama ben denemeye ve doğru olduğuna inandığım şeyi yapmaya devam ettim. Birçoğuna da bir katkıda bulunduğumu düşünüyorum. “İyi ki bu işi yaptım, dünyaya bir daha gelsem gene bu işi yapardım” diyebiliyorum. İlk bakışta düğmeler, monitörler, kablolar, klavyeler ile bu işte, itici bir ilk intiba vardır. Ama aslında tepeden tırnağa insanla alakalı duygu dolu bir iştir. Bu işin içinden insan ile ilgili aşkı, sevgiyi, eğlenmeyi çıkarırsan, mesleğin tadı tuzu kalmaz. Özetlemek gerekirse Jim & Andy belgeselinde, Jim Carrey babasıyla ilgili bir durumdan bahsediyor. Babası müzisyenmiş fakat ailesini geçindirmek için istemediği halde muhasebeci olmuş ve 51 yaşında istemeyerek yaptığı işinden kovulmuş. Sevdiği işi de sevmediği işi de yapsa insanın her zaman başarısız olma ihtimali vardır. Bu anısını anlatırken Jim Carrey ağlamıştı. Açıkçası benim mesleğimi yapmak isteyenlere şöyle bir tavsiye vereyim; Jim  & Andy belgeselini izlesinler çünkü bizim meslek sevmeden yapılabilecek bir iş değildir.

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.