Mimar, şehir plancısı ve fotoğraf sanatçısı olarak tanıdığımız Murat Germen ile sanat, fotoğraf ve pandemi üzerine konuştuk.
İbrahim Teymur
Mimarlık ve şehir planlama okudunuz. Fotoğraf sanatı üzerine yoğunlaştınız. Farklı disiplinleri nasıl bir arada kullanıyorsunuz?
Fotoğraf mimarlık ve şehirciliğe çok muhtaç değil ama mimarlık ve şehircilik fotoğrafsız pek yapamıyor gibi görünüyorlar. Gerek belgesel çalışmalarda gerekse kurgusal olanlarda kentlerdeki ve dolayısıyla yaşamlarımızdaki, doğadaki değişimin dinamiklerini irdelemeye çalışıyorum. İnsan tuhaf bir yaratık, kendi kendini imha etmeye meyilli; bu olguyu kentlerin gidişatı üzerinden okumak olası.
1996’da Ara Güler, Orhan Cem Çetin ve Manuel Çıtak gibi ünlü fotoğraf ustalarıyla ilk karma fotoğraf sergisine katıldınız. Sizin fotoğrafı bir ifade aracı olarak seçmenizdeki en büyük etkenlerden biri de budur diyebilir miyiz?
Söz konusu sergi kesinlikle önemli bir dönüm noktası, ama bu sergi olmasaydı da ben fotoğraf alanında etkin olmak üzere yola çıkardım ve devam ederdim. Bu sergi süreci biraz hızlandırdı diyebiliriz belki. Büyük bir heyecan ve tutkuyla fotoğrafa başladım; halen de devam ediyor bu hisler. İnsanın yaşamı boyunca heyecan duyduğu alanda etkin olması kadar büyük bir lüks yok!
Sabancı Üniversitesinde Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde fotoğraf, sanat ve yeni medya dersi veriyorsunuz. Mimarlık ve Planlama bölümlerinde de dersler veriyormusunuz?
Hayır, mimarlık ve kent planlama bölümlerinde tüm akademik dönem boyunca ders vermiyorum. Mimarlık fakültelerindeki hocalar ve öğrenciler seminer, çalıştay, konuşma, söyleşi gibi süreli olmayan etkinlikler için çağrı yapıyorlar ve bu vesile ile mimarlık eğitimi ile olan bağımı sürdürüyorum.

“Eski ve yeni normal” temaları, şimdiki zaman ve gerçeklik algısındaki çelişkili etkilerini sorguladığınız Feyezan/Overflow serginizin oluşum sürecini anlatabilir misiniz?
Eski ve yeni kavramları kapitalist yaşam biçiminin çok sevdiği kavramlar. Durmaksızın tüketim üzerine kurulu bir siyasi ve ekonomik düzende tüketim nesnelerinin miadı dolmadan eskitilmesi gerekiyor, ki yerlerine satın alınacak yeni mallar piyasaya sürülebilsin. Normal kavramının eski ve yeni olarak ayrıştırılması ise dünyayı yöneten aklın nasıl bir düzene geçmek istediğinin ipuçlarını veriyor bize. Normal kelimesi “norm”dan geliyor; normları yani kaideleri, standartları kim belirliyor? Tabii ki egemen sistem! Dolayısı ile ne eskisi ne de yenisi, normal aslında hiçbir zaman bizim normalimiz olmuyor ve dıştan diretilen bir dayatmanın ötesine geçemiyor. Feyezan adlı sergide bize sistem tarafından dayatılan başka bir boyut olan bölünme, ayrışma konularına odaklandım. “Fiziksel mesafe” olarak sunulması gereken kavram “sosyal mesafe” olarak dayatıldı; çünkü sistem bir araya gelip işbirliği yapmamızdan, müşterek gereksinimlerimizi yardımlaşmayla kotarmamızdan hoşlanmıyor. Diğer deyişle, ne kadar ayrışırsak sistem o kadar güçleniyor. Buna eleştiri olarak, serginin merkezinde konumlanan ve yan yana duran bin küsur insan fotoğrafı içeren yerleştirmenin adını “beraberlik manzaraları” olarak koydum.
İstanbul sizce nasıl bir şehir?
İstanbul Türkiye’de en çok yatırım yapılan kent. Bu yüzden şehrin üzerine çok çullanılıyor ve üretim adına inşaat dışında pek başka bir şey yapılmadığından, bu kıdemli kent bitmek tükenmek bilmeyen emlak geliştirme taarruzlarına göğüs germek zorunda kalıyor. İstanbul çok yorgun, bizden sesine kulak vermemizi ve yardım etmemizi bekliyor. İstanbul o kadar büyük ve kadim ki, hemşehrileri “nasıl olsa İstanbul’a bir şey olmaz!” umursamazlığı içinde ne yazık ki. Çeşitli imparatorluklara ve halklara ev sahipliği yapmış bu şehir, bunca eziyete rağmen, içinde yaşamış her kültürün izini koruyacak kadar da katmanlı ve misafirperver bir yerleşim. Mamafih, İstanbul’un da bir istiap haddi var; bu sınırı maalesef aşmış görünüyoruz, kentin artık proje ve özellikle de çılgın proje kaldıracak hali kalmadı. 8 şeritli devasa yollar, her yerde mantar gibi biten ve gerekli oldukları çok şüpheli AVM’ler, güzelliği yataylığında olan kenti dikeyleştirmeler, kamusal alanları ve yeşil alanları rant uğruna kurban etmeler, su havzalarını tahrip etmeler vb. derken İstanbul bir çok yerinden derin yaralar aldı. Artık zaman bu yaraları sarma zamanı!
Mimarlığın fotoğrafı ya da fotoğrafın mimarisi konusunda neler söylersiniz?
Mimarlığın fotoğrafını çekerken hem olabildiğince tarafsız bir aktarım yapıp fotoğrafı çekilen yapının mimari kalitesini aktarmak; hem de kişisel algıyı devreye sokarak mimariyi yeniden yorumlamak, yani mimarlıktan mimarlık üretmek olası. Bunu yaparken şahsi fotoğrafınızın mimarisi üzerine düşünmeniz; kişisel algımı hangi araçlarla en doğru şekilde görselleştirebilirim diye kendinize sormanız gerekiyor. Duruma özel bazı lens kombinasyonları mı kullanacağım, onlar da yetmiyorsa yazılımsal kurgular mı yapacağım sorularına cevap getiren strüktürel bazı kararlar vermeniz gerekiyor. Bu kararlar fotoğrafınızın mimarisini oluşturuyor.