Ana sayfa KÜLTÜR & SANAT Binlerce Göz, Binlerce Düşünce, Binlerce Soluk Tek Bir Salonda

Binlerce Göz, Binlerce Düşünce, Binlerce Soluk Tek Bir Salonda

0

Bahçeşehir Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü öğrencileri bu yıl yine Berlin Film Festivali’ne katıldılar…

Bu yıl 68’incisi düzenlenen Berlin Film Festivali, nam-ı diğer Berlinale’ye ‘Special Topics In TV and Media’ dersi kapsamında katılan 12 öğrenciden biriyim. Dünyanın en büyük üç film festivalinden biri olan Berlinale’ye her yıl binlerce izleyici, yapımcı ve oyuncu katılıyor. Dünyanın her yerinden bunca insan sadece sinema için her yıl Berlin’de buluşuyor. Dünyanın en fazla bilet satışının yapıldığı Berlin Film Festivali’ne katılmanın heyecanı hepimizi daha en baştan sarmıştı.  Dersin koordinatörü Prof. Dr. Savaş Arslan ile havaalanında buluştuğumuzdan itibaren yol boyunca filmler hakkında konuşmaya ve festivalde neler yaşayacağımıza dair fikirler yürütmeye başladık. Berlin’e indiğimiz andan itibaren, on gün boyunca bizim için sadece sinemanın var olacağını biliyorduk. Sabah altıda kalkıp merak ettiğimiz filmler için bilet bulmak üzere gişe önünde saatlerce beklerken filmler üzerine konuşup günün ilk filmine yetişmek için hızlı hızlı kahvaltı ederken tüm günümüzü planlıyor, sadece yemek yemek ya da söyleşilere katılmak için mola veriyorduk. Rekorumuz günde beş film izlemek oldu. Dünyanın dört bir yanından gelen yaklaşık bin kişilik bir seyirci kitlesi ile aynı anda dev bir perdede tek bir film izlemek inanılmaz bir deneyimdi. Büyük sinema salonlarında film izleme deneyimini tattığımızda Berlin’de film izlemenin bile başlı başına nasıl büyük bir gösterinin parçası olduğunu düşünmemize sebep oldu. 

Dünya sinemasının tek bir çatı altında toplandığı bir başka yer olan ‘European Film Market’  Avrupa Film Marketi’ne katıldığımız gün ise Berlin gezimizin en can alıcı anlarından biriydi. Berlin Kampüsümüzün öğretim üyelerinden Dr. Hakkı Kurtuluş’un bize rehberlik ettiği Berlinale’nin iş merkezi gibi çalışan devasa bir binada; dünyada filmciler arasında bağlantıyı sağlayan, işbirliklerini teşvik eden, girişimler ve üretimler için bir buluşma noktası yerine geçecek bir platform oluşturan film marketini daha iyi tanıma şansı bulduk. Bizim gibi amatör sinemacılar için büyük bir fırsat olan Film Market’te profesyoneller ile tanışma fırsatı yakaladık. Pek çok ülkenin stantları arasında rahatça dolaşmak, farklı ülkelerin sinemacıları ile sohbet etmek hayatımın en özel tecrübelerinden bir tanesiydi. Berlinale’ye katılmak üniversite hayatımızı temelden etkiledi ve bizim ileride ne üzerine yoğunlaşacağımızı belirledi diyebilirim.

Twarz-Mug filminin prömiyeri ise benim için festivalin en özel gecesiydi. geçen yıl Berlinale’den ülkesine ödülle dönen Malgorzata Szumowska’nın ilk gösterimini Berlinale’de yapan filmi; kaza sonucu yüzünü kaybeden ve yüz naklinden sonra hayatı değişen bir adamın hikayesini trajikomik bir şekilde anlatıyordu. Meşhur kırmızı halı yürüyüşümüzü gerçekleştirdiğimiz bu gecede yüzümüze patlayan flaşlara karşı poz vermek gerçekten çok heyecan verici bir deneyim oldu.

Öte yandan festivalde Türkiye’den üç film dünya prömiyerini yaptı: Güvercin, Araf ve Tuzdan Kaide. İzleme ve kadrosuyla tanışma fırsatını yakaladığım Güvercin; babasını kaybetmiş ve ondan kalan güvercinlerle derin bir bağlantı kurmuş, günümüzün ve gerçek yaşamın gerçeklerini tanımayan, güvercinlerle başka bir evrende yaşayan Yusuf’un Adana’nın kenar mahallelerinden birinde geçen hikayesini anlatıyor. Banu Sıvacı’nın yaklaşık sekiz yıldır aklında olan bir proje olan Güvercin’in kısa filmini üniversite yıllarında çekmiş yönetmen. Film Sıvacı’nın ilk uzun metraj projesi olduğundan ‘En İyi İlk Film’ adayları arasında yerini aldı. Tamamı Adana’da, yönetmenin doğduğu mahallede çekildiğinden film Banu Sıvacı’nın çocukluğundan izler taşıyor. Yaklaşık 30 güvercinle çalışılan filmin çekimleri ve başrolünde oynayan Kemal Burak Alper’in güvercinlerle bağlantı kurabilmesi kolay olmamış. Oyuncu güvercinlerle vakit geçirmeye filmin çekimlerinden yaklaşık üç ay önce başlamış ve uzmanlık alanı kanatlı hayvanlar olan bir veterinerden de yardım almış. 

Öte yandan gelmiş geçmiş bütün cinsel tabuları yıkan; anlatısı ile benim de birçok şeyi sorgulamamı sağlayan ‘Touch Me Not’ da festivalde aklımda kalan filmlerden biri oldu. ‘Altın Ayı’yla festivalden ayrılan ve izlemesi cesaret isteyen bu film bizim cinsellik, cinsiyet, cinsel kimlik kavramlarına bakışımızı tümden sarsacak nitelikteydi. Aklımıza getirmeye cesaret edemediklerimizi ilk kez düşünmeyi, sorgulamayı sağlayacak ve bakış açılarımızı baş aşağı edecek bu film; şaşırtıcı bir şekilde neyin cinsel olarak çekici neyin çekici olmadığını sil baştan yorumluyor. Film bizi sadece güzelliği nasıl algıladığımızın ötesine geçirmekle kalmıyor; aynı zamanda felçli ana karakterinin fiziksel deformasyonunu zihnimizde aşmamızı da sağlıyor. İzleyiciler arasında rahatsızlık uyandıran ve benim katıldığım gösterimde de pek çok izleyicinin salonu terk etmesine sebep olan filmin yönetmenini cesaretinden ötürü buradan bir kere daha kutluyorum.

Hatırımda kalan son film ise oldukça simgesel anlatıma sahip ama bir o kadar da etkileyici olan Hojoom.  İran’lı yönetmen Shahram Mokri’nin muhteşem tek plandan oluşan filminin her izleyici için anlamının farklı olacağını düşünmekteyim. Filmde beni en çok şaşırtan; bir Orta Doğu ülkesinden çıkmış filmde eşcinsel bir ilişkiye açıkça yer verilmesi ve baskın bir kadın karakterin yer almasıydı. Filmden sonra yönetmenle tanışma fırsatını ele geçirdim ve filminin öncü bir film olduğundan bahsederek İran Sineması üzerine bir süre sohbet ettik.

Sinemaya bakışımı ve hayatımı değiştiren bu deneyim için Savaş Arslan’a çok teşekkür etmek isterim. Umarım sadece öğrenim hayatımda değil, profesyonel olarak da Berlin Film Festivali’ne katılmak imkanım olur. Kim bilir belki de bir gün kendi filmimin gösteriminde kırmızı halıda yürüme şansım da olabilir…

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.