Exogenesis’ten Exocalypse’e: Alien Covenant’ı “Temsil” Açısından Okumak

Anıl Doğruöz’ün anısına…Screen Shot 2018-12-17 at 12.36.24

Ridley Scott, 1979’da Alien filmiyle başladığı ve sonrasında kendilerini ses getiren filmlerle ispatlayacak olan David Fincher, James Cameron ve Jean-Pierre Jeunet gibi yönetmenlerin seriyi devam ettirdiği bağımsız bir mit yaratmıştır. Son olarak Scott, 2012’de Prometheus ile geri dönüş yapmış ve seriyi Covenant ile devam ettirmektedir.

Bu yazının konusu, Alien: Covenant’ın geliştirdiği görsel ve felsefi dil ile son derece elverişli bir şekilde diğer disiplinler ve onların birtakım alt dalları ile kurduğu bağlantıyı kısaca ifade etmektir. Bu disiplinler gelecekbilim (fütüroloji), söylencebilim (mitoloji), ikonbilim (ikonoloji), Tanrı felsefesi (teoloji) ve kıyametbilim (eskatoloji) olarak özetlenebilir. Scott, kurduğu hiçbiri tesadüf olmayan bağlantılarla Alien: Covenant’ı felsefi ve entelektüel bir söyleve dönüştürmeyi başarmıştır.

Covenant’ın gelecekbilimle olan bağlantısı, bizi insanoğlunun kendi sınırlarını ve yaşadığı dünyayı keşfettiğinden beri süre gelen bir ütopya üzerine kuruludur: insanın yıldızlara ulaşması. Ancak, tıpkı Jules Verne’in de tahmin ettiği gibi, kendi kabusumuzu yaşadığımızda karşılaşacağımız şeyler yaratılışımızın doğasında bulunan evrensel iyimserlik inancını ihanete uğratacaktır. Prometheus’ta, Peter Weyland’ın sonsuz yaşam arzusu, o ve ekibinin derin uykudan (hibernasyon) uyandırdıkları “kadim mühendisin” öfkesini tatmasıyla son bulmuştu. Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan’ın tanımlaması ile “forecasting” geleceği tahmin etmek iken “future casting” ise geleceği kurmaca yoluyla inşa etmektir; ikisi de gelecekbilimin bir parçasıdır. 

Filmin bir noktasında, kopya android Walter; hissettiği bir komplonun izini sürmesi üzerine kendisinin ilk örneği (prototip) olan David hakkında bir soruşturma başlatır. Hikayenin devamında David; Walter’ı dudaklarından öper. O bunu, Tanrı olmaya çalışan tekilliğe ters düşen bir ironiyle; yalnızca insan gibi hissetmeyi arzuladığı için yapmaktadır. Bu noktada, ikonbilimsel bir bakışla karşımıza Antik Yunan mitolojisinden tanıdığımız Narkissos hikayesi çıkmaktadır. Ovidius’un Metamorphosis’de aktardığına göre, çevresindeki bütün kızların kendisine aşık olduğu ancak onları reddeden Narkissos’a zamanın birinde Ekho isimli bir peri aşık olur. Ancak Narkissos onu da reddedince Tanrılar tarafından lanetlenir. Bir nehrin kenarından geçerken susuzluğunu gidermek için eğilir ve kendi yansımasını görür. Kendini daha önce hiç görmediği için kendisine aşık olur ve ölene kadar orada kalır. Filmde Walter da ayın Narkissos’un nehirde yansıması gibi David’in kopyalarından biridir; bir nevi gerçek olanın bir yansımasıdır. 

Filmin olay örgüsünden cımbızlayacağımız bir diğer mitoloji ilişkisi ise; adı “David” olan bir androidin kendini Tanrı’nın yerine koyarak kadim mühendislerin gezegenine vardıktan sonra, onları bizzat kendilerinin insanoğlunu imha etmek için tasarladıkları mutajenle imha etmesidir. Sahnenin ironisinin yarattığı estetiğin yanında, bu sahne David ile Goliath söylencesinin adeta bir alegorisidir. Bildiğimiz üzere, David, -ki bizdeki karşılığı Hz. Davut’tur- Goliath isimli doğaüstü güçleri olan bir devi son derece ilkel yöntemler ve kıvrak bir zekâ ile yenmeyi başarmıştır. Filme döndüğümüzde, David’in kadim mühendislere karşı tek başına kazanması imkânsız olduğundan, o kıvrak zekasını kullanarak onların tasarladığı silahı kendileri üzerinde kullanmıştır. Kadim mühendislerin; insan boyunda olan David’den uzun olması da iki konu arasındaki bir başka benzerliktir. Bu sahnenin çözümlemesinde; David’in gözlerinin dolması ve ‘bunu isteyerek yapmadı” derken; fonda Percy B. Shelley’in kaleme aldığı ve insanın ne kadar “büyük” olursa olsun beyhudeliğini ve çaresizliğini ironik bir dille anlattığı Ozimendiyas şiirinin  “…Look on my works, ye mighty, and despair!-Yaptıklarıma bak, beyhudelik ve çaresizlik” mısralarının dillendirilmesi çok anlamlıdır. David’in kendisini onu yaratan insanı yaratandan bile daha büyük gördüğü, ancak en nihayetinde eline kalacak olanın şiirde bahsedildiği gibi bir avuç yıkıntı olacağıdır.

Screen Shot 2018-12-17 at 12.36.39

Aynı sahne üzerinden devam ettiğimizde, mutajenin büyük bir topluluğu topyekûn şekilde imha ettiğini görmekteyiz. Bu sahneyle yöntemsel açıdan Lut Kavmi’nin helak edilmesi arasında bağlantı kurabiliriz. Hz. Lut’un tüm çabalarına rağmen sapkınlıklarından vazgeçmeyen bu kavim, kutsal elçilerin oraya ulaşmasıyla imha edilmiştir. İki hikâye arasındaki biçimsel benzerliklerden ilki, her iki durumda da felaketin yukarıdan gelmesidir. İlkinde gökyüzünden inen taşlar, ikincisindeyse gökyüzünden inen mutajen kitle imha silahı olarak kullanılmıştır. İkinci benzerlik ise ilk hikâyede Hz. Lut’un evine gelen misafirleri görmek için kavmin onun evinin önünde toplanması; ikinci hikâyede ise kadim mühendislerin, kendi gezegenlerine inen gemiyi karşılamak için toplanmış olmalarıdır. Üçüncü benzerlik ise helak edilen kadim mühendislerin kalıntılarının, asıl kıyımın geçekleştiği yer olarak ifade edilen Sodom ve Gomore şehirlerindeki taşlaşmış insan kalıntılarına biçimsel olarak benziyor olmalarıdır. Burada, gerçekten Sodom ve Gomore diye bir şehir olduğunu, orada bir kıyım olduğunu ve oradaki taşlaşmış insan bedenlerinin gerçek olduğunu iddia etmek doğru mu olur bilmiyorum ancak iki hikâye arasındaki biçimsel benzerliği görmeliyiz. 

Covenant’ın Tanrı Felsefesiyle olan bir diğer ilişkisi, daha ilk adımda karşımıza çıkan isminde yatmaktadır. Covenant sözcüğü antlaşma anlamına gelmektedir. Kökenbilimini (etimoloji) araştırdığımızda, bu kelime Eski Ahit’te İbranice olarak aynı anlamla kullanılan “berith”; Yeni Ahit’in Yunanca versiyonunda ise “diatheke” olarak karşımıza çıkmaktadır. Latince kökenli olan asıl kelimeye döndüğümüzde, -com “birlikte” ile -venire “gelmek” sözcüklerinin birleşiminden doğan -convenire (bir araya gelmek), XV. Yüzyıl Fransızcasına “anlaşma” anlamına gelen -covenir olarak geçmiş; aynı dönem İngilizcesinde kendine -convene olarak yer bulmuş ve ikisinin zaman içindeki fonetik evriminde iki dile de Covenant olarak dönüşmüştür. Kelimenin teolojik anlamına döndüğümüzde, Eski Ahit’te 280, Yeni Ahit’te 33 dolayında karşımıza çıkan bir kelime olarak Covenant, Yehova’nın çeşitli şartlar karşılığında peygamberlerine ve krallıklarına sunduğu taahhütler anlamına gelmektedir. Öze indirgediğimizde, o Tanrı’nın şartlı vaatleridir. 

Bu noktadan görüngübilimsel (fenomenolojik) bir çözümlemeye adım atıyor olsaydık; Peter Weyland’ın sonsuz yaşam ütopyasını gerçekleştirmedikleri için David’e gizli bir ajanda planladığını ve onları imha ettirdiğini öngörebilirdik. Öte yandan göstergebilimsel (semiyolojik) bir çözümleye adım atıyor olsaydık; izleyici teorilerinden yola çıkarak ve helak edilen ırkın kadim mühendislerden farklı bir ırk olduğundan hareket ederek; Prometheus’ta derin uykudan uyandırılan kadim mühendisin görünenin aksine David’i bizatihi olarak kodlayıp onları imha etmeye gönderdiğinden söz edebilirdik. İkonbilimsel bakışa dönersek, David’in kadim mühendislere mutajeni salarken gözlerinin dolmasından hareketle; kendinden üst mercideki biriyle çeşitli koşullar dahilinde bir anlaşma yapmaya zorlandığı sonucunu çıkartabiliriz. 

Covenant’ın son ikonbilimsel uğrağında, karşımıza David’in bütün kötücül amaçlarını gerçekleştirdikten sonra Xenomorph embriyolarını sakladığı odaya girerken, ‘anne’ adını verdikleri süper bilgisayara Richard Wagner’in 1869’da ilk gösterimini yapan Das Rheingold operasından “Tanrıların Valhalla’ya Girişi” eserini çaldırmasıdır. İskandinav mitolojisine göre Valhalla, -asıl ismiyle Valhöll- ilahi Asgard şehrinde bulunan ve Baş Tanrı Odin’in yönettiği büyük bir salondur. Savaşta şehit düşen efsanevi savaşçıların bir kısmının gidebildiği bu salondakiler, Asgard’ı bekleyen büyük son olan Ragnarök’e hazırlanması için Odin’ye yardım etmektedirler. Bu noktada karşımıza iki sonuç çıkmaktadır; yüzeysel olarak ele aldığımızda David kendini Tanrı ilan etmiştir ve kendini o gezegenden kurtaran geminin kontrolünü ele geçirip gizli ajandasındaki planın bir sonraki adımına geçmenin hazzını yaşamaktadır. Daha derine indiğimizde, Odin’in yerinde konumlanan David, insanlara ve kadim mühendislere karşı verdiği savaştan kurtarabildiği “şehitleri” yani embriyoları Valhalla’ya taşımaktadır. 

Covenant’ın kıyametbilimsel (eskatolojik) çözümlemesinde, karşımıza Prometheus’ta çıkan, Kutlukhan Kutlu’nun deyimiyle “Exogenesis”, yani “dünya dışı yaratılış” temasının tersi olarak, dünya dışı bir yok oluş olan “Exocalypse” teması çıkmaktadır. Kadim mühendislerin gezegeninde yaşanan hadise, bu durumu bu şekilde tanımlamamıza imkân vermektedir. Exogenesis, “Cosmogenesis”in bir alt versiyonu ise, o halde Exocalypse de anlambilimsel olarak Apocalypse’in bir alt versiyonu olarak türetilebilir; kısaca mecazlaştırılabilir. 

Covenant’ın son değerlendirmesinde, her şeyden önce onun, gerçeküstücü ressam ve heykeltıraş H. R. Giger’in 1977’de yayımladığı Necronomicron isimli kitabındaki çizimlerinden yola çıkılarak yaratılan bir fenomen olan Ailen’ın bir parçası olarak görmeliyiz. Giger, bu kitabını H. P. Lovecraft’ın yazdığı aynı isimdeki bir önceki kitabın uzantısı olarak kaleme almıştır. Lovecraft’ın yazdığı Necronomicron ise, -ki piyasadaki versiyonlarının özgün versiyon olmadığı, onun böyle bir kitap yazıp yazmadığının kesin olmadığı iddia edilen söylemler arasındadır. Adını bir korku unsuru olarak çağlar boyu dilden dile dolaşan bir başka kitaptan alır. Bahsettiğimiz bu üçüncü ve ilk örneksel kitabın M.S. VIII. Yüzyılda Şam’da Abdul Alhazred isimli akıl sağlığın kaybetmiş biri tarafından yazıldığı rivayet edilir. Konumuza geri dönersek, zamanında Giger’in yaptığı çizimler ilgili medyalarda yoğun bir şekilde kendine yer bulmuş ve kendi izleyici kitlesini yaratmıştır. Bunun üzerine bu çizimleri Ridley Scott, Alien filminde karakterize ederek hayata geçirmiştir. 

Şu ana kadar bahsettiğimiz tüm etmenler, farklı disiplinleri temsil eden bakış açılarıyla ortaya koyduğumuz analizlerdi. Filmi genel olarak ele alırsak, Scott’ın belki de ilk defa bu denli detaylarla örülmüş, parça-bütün ilişkisine sahip bir eser ortaya koyduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Filmde “kadim mühendisler bizi neden yarattılar?” ve “neden yok etmek istediler?” soruları hiçbir şekilde yanıtlanmasa da; bir androidin kendini Tanrının yerine koyarak yaptığı çılgınlığı kullanarak Scott’ın daha filmin ortasında ‘sağ gösterip sol vurduğunu’, izleyiciyi şoke etmeyi başardığını kolayca ifade edebiliriz. Covenant, Prometheus’un sorduğu özsel sorulara cevap veremeyip durumu daha karmaşık hale getirse de, sergilediği entelektüel söylevle bilim kurgu türünde yepyeni bir sapma yaratmış olduğu aşikardır. 

Saraybosna’da Medya ve İnovasyon kampı