Ana sayfa KÜLTÜR & SANAT Görünüyorum, O Halde Varım

Görünüyorum, O Halde Varım

0

Gülay DURMUŞOĞLU, NMD

Tayfun Atay’ın kaleminden çıkan ‘Görünüyorum O Halde Varım’ kitabı, modern çağın meşhur olma istediğine parmak basarak başlıyor. Kitap, ana fikriyle yazarın günümüz toplumuna bakışını, nasıl bu duruma geldiğimizi sosyolojik açıdan ele alıyor.

Kültürel değişimin etkileri ve sonuçları üzerine gözlem ve yorumlar içeriyor. Kitap, özellikle Türkiye’nin görsel kültürden nasıl etkilendiğine yoğunlaşıyor. Yazar, günümüz insanının göründüğü sürece var olduğunu düşündüğü için, kitabının adında Descartes’in ‘Düşünüyorum O Halde Varım’ sözünden etkilenmiş olmalı. Elbette görünme ihtiyacı her zaman vardı fakat görünür olmanın artık insanların en çok istediği şey haline geldiğini savunuyor. İngiltere’de çocuklar arasında düzenlenen bir yarışmada büyüyünce ne olmak istiyorsun sorusuna yarışmada birinci olan çocuğun verdiği ‘’ Meşhur olmak istiyorum.” yanıtıyla günümüzdeki çocukların bile hayatta birinci amacının gözükmek, göz önünde olmak isteğini gösteriyor. İnsanların meslek hayatında ne kadar başarılı olursa olsun, meşhur değillerse bir eksiklik duymalarının kaçınılmaz olduğuna, varlığımızı gözükerek yaşadığımız hayatta düşünmeye ihtiyacımız olmadığını bize toplumun hissettirdiğine değiniyor. Biz olan biteni düşünmek istediğimiz zamanlarda bile işittiğimiz bir söze yer veriyor: “ Yorma kafanı” 

Yazara katılmadan edemiyorum kitabı okudukça sahiden bu düzende yaşadığımızı ve sorgulamadığımızı fark etmemek elde değil. Günümüz hayatının ekranlarda geçtiğini kültür tanımının değiştiğini savunan Atay, kültürün artık insanlar tarafından oluşturulmadığını sektör tarafından seri üretim için sunulduğunu , eskiden değerler, düşünceler , inançları kapsayan kültür tanımının artık sermaye ile eş değer olduğunu savunuyor. Bu yeni kültürde değer yargılarımız artık kafaya değil göze hitap etmek, düşünmekten çok seyretmek üzerine kurulu ve toplumun büyük bir çoğunluğu tarafından bu talep görüyor. Yazar, genel olarak şu an yaşadığımız dijital çağın her ülkede yaşandığını ama Türkiye’de bazı farklılıklar yaşandığını gözlemlemiş. Türkiye’nin bu yaşam biçimine batı toplumlarının aksine köylülükten geçiş yaptığını dile getiren yazar, bunun bir çok problem çıkmasına yol açtığını belirtiyor. Yazılı kültürün gerektiğince yaşanmamasından ötürü bize özgü problemler yaşandığına değinen Atay, bu durumu örneklendirerek farkındalığımızı artırıyor. Yazarın şu anki toplumdan duyduğu rahatsızlık oldukça net bir şekilde belli oluyor. Yazar popüler kültürü folk kültür ile kitle kültürü arasında bir geçiş olarak nitenlendirip popüler kültürün bu iki kültürle iletişim halinde olduğunu savunuyor. Yazar, geleneksel kitle kültürü ile 19. Yüzyılla beraber oluşan ticari kitle kültürünü birbirinden ayırıyor. Endüstriyelleşmeyle beraber popüler kültürün kitle kültürü formuna evrildiğini düşünüyor ve popüler kültürün yoksul alt sınıfın kültürünü ayırmak amacıyla kurulduğunu söylüyor. Popüler kültür ile folk yani kırsal kültür arasındaki en büyük farklılık folk kültürde insanlar kendi ürettikleri ürünleri tüketirken, popüler kültürde başkalarınca üretilen ürünler satın alınarak tüketiliyor. Yazar, popüler kültürü şehirlere yerleşen işçi halk sınıfının kültürü olarak tanımlıyor. 

Yazar, folk kültürü sözlü, popüler kültürü yazılı, kitle kültürünü de görsel kültürle bağdaştırıyor.  

Yazar kitabı 6 bölüme ayırmış, ilk 3 bölüm televizyonun kültüre etkilerini, konu alıyor. Ben Acun’un nereden nasıl Meşhuriyet Çağının yıldızı haline geldiğinden bahseden 3. bölüme yoğunlaşacağım. Yazar bu bölümde Acun Ilıcalı’yı medya tapınağının baş rahibi olarak tanımlıyor. 

Önce Acunsal Enerji isminin ünlü düşünür Wilhelm Reich’in kavramından yola çıkarak geldiğini açıkladıktan sonra yazar ilerleyen bölümlerde Acun Ilıcalı’nın ‘’ Mutluluk veren bir kanal yapacağım’’ fikriyle yola çıkıp tv8 haber bültenini kapatması üzerinde duruyor. Oklarını Ilıcalı’ya değil halkımızın ve haberciliğin geldiği noktaya çeviriyor. Yazar, çıkarımlarında ‘’Acunsal Enerji’’ nin daha önce de Reha Muhtar’la veya talk show gibi haber programlarıyla zaten var olduğuna Acun’un da bu bayrağı teslim aldığına değiniyor. 

Yazar, sosyolog Karen Sternheimer’ın 20. Yüzyılda hızla artan yıldızlılık ve meşhurluk olgularını incelediği araştırmalarına dayanarak şöhret olan insanların hayat hikayeleri, onların yoktan var etmelerini “Amerikan rüyası’’nın somut örneği olarak nitelendiyor. Yazarın düşüncelerinden çıkarımlarım şunlar; Acun Ilıcalı yaptığı programlarda da, kendi hayatında gerçekleştirdiği muhabirlikten kanal sahipliğine ulaşan büyük sıçramasıyla da insanlara ‘’isterseniz siz de yapabilirsiniz’’ mesajını veriyor. Ve yine bence; bu sebepten de kanalını “Mutluluk veren bir kanal’’ olarak nitelendiriyor. Çünkü onun programlarını izleyen insanlar isterlerse ve yeterince çalışırlarsa her şeyi yapabileceklerine inanıyorlar. Bir gün belki o çok istedikleri şöhreti yakalayabileceklerini. Zaten kitabın başında da attığı  başlık ve örnekteki gibi ‘’ Büyüyünce meşhur olucam’’ bir çocuğun verdiği yanıttı. Programlara katılmak isteyen insanlar da Amerika’dan yaklaşık 80-90 yıl gecikmeli olarak Türkiye’de gerçekleşen ‘’Türkiye Rüyası’’na açılan bir kapı olarak görüyor ve Acun da bu yolda aracı görevini başarıyla üstleniyor. Yazar, Türkiye’de gerçekleşen orta sınıflaşmayla beraber insanların geçim derdinden kurtulup zengin olma arzusuna kendini kaptırmasıyla Ilıcalı’nın bu fırsatı zamanında değerlendirmesiyle de ilintili olduğunu belirtiyor.Acun Ilıcalı’nın bu sıçramasının halkın gözündeki kesin sonuçları MediaCat’in Ipsos 2016 araştırmasında Türkiye’nin rol modelleri arasında 27. Sıraya yükselmesinden gözler önüne seriliyor. Acun Ilıcalı’nın yokluktan geldiğine kitaptan ve televizyondan bildiğimin dışında ben de yakınen şahit oldum. Kitaptan ve televizyondan bildiğimin dışında yıllar önce ben daha küçükken Acun Ilıcalı’nın muhabirlik yıllarında bir oyun parkında parası olmadığı için anneme ‘’benim çocuğum da sizin kızınızla binse olur mu’’ diye bir soru yönettiğini annemin de tanıyıp kabul ettiğini ardından Ilıcalı’yla sohbet ettiklerini annemin anılarından aşinayım. Yazarında değindiği gibi o fırsatları çok iyi kullandı diyebiliriz. Sonuç büyük bir servet! 

Yazar’ın önceki kitabına verdiği isimdeki Meşrutiyet Çağı… Atay’a göre 2000’ler eşiğinde Meşhuriyet Çağı’na girdik. Özel televizyonun yayına ilk başadıkları dönemi Meşhuriyet öncesi çağ olarak nitelendiriyor. Bu Meşhuriyet öncesi dönemde, ne kadar Televole gibi programlar yayınlanmaya ve izlenmeye başlasa da haber, belgesel değerini sürdürüyordu. Fakat yazar, Reha Muhtar’la beraber haberin magazinleşmesinin önemine değinmeden geçmiyor. Yazara göre, bu dönem daha çok eğlence programlarının hazırlık dönemiydi. Bunların ilk örnekleri de BBG, Popstar gibi programlar olabilir. Bu sıralarda Acun Ilıcalı’yı ısınma turlarında gibi değerlendiren Atay, zamanlamanın önemine değiniyor. Zaman artık kafadan çok göze, akıldan çok arzulara hitap edenlerin kazandığı bir dönemde Acun Ilıcalı’nın program yapmaya başlaması onun yolunun açılmasına vesile olmuştur. Yazar Acun Ilıcalı’yı ‘’ MESH’’ endüstrisinin hükmünün Türkiye’ deki icrası olarak nitelendiriyor. Acun Ilıcalı’nın realite-şov-yarışma alanında bir çok program yapması aslında bu Meşhuriyet çağından daha fazla yararlanmak isteyerek şöhretini arttırmak istemesinden kaynaklanıyor. Tıpkı Zara’nın ve Zara tarzında bir çok hazır giyim firmasının sahibi Amancio Ortega gibi. Eğer bir şey tutmuşsa alternatiflerini üretmek o kültürün devamlılığını ve etkisini arttırır. 

Yazar, Ilıcalı’nın kendisinin bile hayal etmediği bir şöhrete kavuştuğu kanısına şu şekilde varıyor; eğer tahmin edebilseydi diğer bir çok variyetli insan gibi evlilik sözleşmesi yapar ve mallarını kaybetme riski ile karşı karşıya kalmazdı. Yazara göre Acun’un başarısının ana nedeni insanlara zenginlik ve şöhret vaat etmek. Zaten insanlar da bunu istiyor ve arzuluyor. Doğru orantı. 

Dikkat ettiğimizde aslında artık kim kimin yüzüne bakıyor? Kim kimi gerçekten umursuyor? Daha çok umursamış gibi yapıyor. Böyle bir dönemde insanların kendilerini değerli görmeleri resmen olanaksız. Bu sebepten de bu değersizleşme hissini meşhur ve görünür olarak yenmek istemelerini düşünmeleri anlaşılabiliyor. Dünyanın durumu böyleyken sadece işsiz güçsüz insanlar değil tabii ki iyi geçerli mesleği olanlar bile şöhret peşinde çünkü insanlar önemsenmek istiyor. Değerli hissetmek istiyor ve bunun yolunu ‘’ünlü olmak’’ olarak görüyorlar.  Durum böyle olunca da Acun gibi bir şöhret moderatörüne ihtiyaç duymaları olağan oluyor ve kısa sürede bu yükselme gerçekleşebiliyor. 

Yazar Acun’u tarihsel olarak iki döneme ayırıyor; Firarda-Acun ve Surviyor-Acun şeklinde…

Okan Bayülgen’in ‘’İllüzyondur.’’ sözüne gelecek olursak;  bazen bu ilüzyonun bozulduğu anlar olmaması mümkün olamazdı. Yazara göre, bu anlar nadir de olsa önemlidir çünkü şovun içinde ortaya serilen gerçekten gerçek görüntüdür. 

Yazarın, Acun Ilıcalı’nın yaptığı programlardan Yetenek Sizsiniz’i ayrı tutmasının ve ‘’mabet’’ olarak nitelendirmesinin anlaşılır gerekçeleri var. Diğer programlar belirli bir yönde ilerlerken Yetenek Sizsiniz herkese kucak açar konumda bulunuyor. Eski zamanlardan beri yetenek insanları ayırt edici bir özellik iken yarışma ile beraber sıradanlaşan bir duruma dönüşüyor. Acun Ilıcalı için ise durum tam dersi.. Onun itibarı günden güne artıyor. Andy Warhol’un da herkesin 15 dakikalığına ünlü olacağı teorisi karşılık buluyor. 

Yazar bir başka bölümde O Ses Türkiye’den çıkan Mustafa’nın kendini halk kültürüne mensup olarak nitelendirmesiyle şu önemli sözleri söylüyor; ‘’Aslında folk kültüre ait olan şeyler rahatlıkla popüler kültüre yedirilebilir.‘’ Acun Ilıcalı da tam olarak bunu yapıyor. Folk kültür olarak bahsettiğim köy insanlarının kültürü rahatlıkla pop kültüre dönüşür. Ahmet Kaya veya İbrahim Tatlıses örneğindeki gibi. Folk kültürde işin içinde para bulunmazken popüler kültürde para olmazsa olmaz bir değer.

Atay, magazinin günümüzde popüler kültür olarak anılmasından son derece rahatsız. Nasıl olmasın ki? İnsanların beyinlerini gereksiz binlerce şeyle doldurup bunu popüler kültür olarak tanımlamak o şeyin kitleler tarafından değerini yüceltiyor.

Gelelim bana göre Acun Ilıcalı’nın en büyük başarısı Survivor’a… 

Survivor’ı hayatta kalmak yerine  yaşayakalmak diye tanımlıyor yazar. Yazara göre; doğa bu yarışmada kullanılıyor. O kadar kamera ve çalışan insan arasında tabii ki kimsenin başına bir şey gelmeyecek. Asıl amaç;  yine var olma görülme isteği. Çaptan düşen ünlüler ve o çapın içinde yer almak için mücadele veren gönüllülerden oluşuyor. Ekranı kızgın bir tavaya benzeten Atay, yarışmanın o kızgın Survivor’ı aslında hayatlarımıza tutulan  bir aynaya benzetirken gönüllüleri ünlülüğe gönüllü olarak belirtiyor. Gönüllüler aslında bir illüzyona inanıyorlar çünkü ünlü diye nitelendirilenler yeterince ünlü olsaydı orada ne işleri olurdu ki…

Yazar, Survivor’ı kültürel anlamda bir pornografi olarak nitelendiriyor. Çünkü insanın orada tanınır bilinir olan ya da ünlü olmaya hevesli insanların başarısızlıklarından anlatılamaz bir keyif aldığını savunuyor. Bana göre bu özelliği Survivor’ın izlenme gerekçelerinde başı çekiyor.

Ritüel bir süreç olarak görülen Survivor’da pek çoğumuzun aslında dikkat etmediği ünlülerden çıkan şampiyonların hep daha az ünlü olması veya gönüllülerden birinci çıkmasına parmak basıyor. Daha şöhretli olanlar genelde komik durumlara düşüp eleniyor. İnsanlar ne kadar bir ünlüye hayranlık duysa da aslında bu hayranlığı mutsuz bir hayranlığa benzeten Atay’a göre Turabi gibi isimlerin ön plana çıkmasıyla halk bir rahatlama duyuyor ve deşarj oluyor. Yani bir bakıma ezilen halkın gazını alma görevi üstleniyor. 

Yazar, Acun’a ayırdığı bölümü, onun medya ve “MESH” endüstrisindeki başarısına dayanarak bir üniversite açması gerektiğini düşünüyor. Burada onun başarısını takdir ediyor. Son olarak; yazara göre “Şov yani gösteri bugünkü hayatın tek gerçeğidir.” Zaten tüm yazılarında da bunu anlatmaya çalışmış ve Türkiye’de bunun en önemli gerçeği Acun Ilıcalı’yı mercek altına alarak bunu net bir şekilde göstermiştir.

(Tayfun Atay, Görünüyorum O Halde Varım, Can Yayınları, 2017)

Bir Cevap Yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.