Bilge Nur AR, NMD
27 yıl önce kurduğunuz Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nden çok başarılı oyuncular çıktı. Bu merkezi açarken hedeflediğiniz noktaya ulaştınız mı?
MG: Tabii tabii, ben kurduğum zaman bu kadar ses getireceğini tahmin etmiyordum. Çünkü bu dünyanın ilk ücretsiz özel okuluydu. Fakat buradan yetişen çocukların çok başarılı ve başarı yüzdesinin çok yüksek bir oranda olması bizi çok mutlu etti. Tiyatroda, sinemada, televizyonda burayı temsil ediyorlar; başarılı olup ödüller alıyorlar. (Önündeki kâğıtlara bakıyor.) Şimdi önümde yeni Afife Jale var, diğer ödüller falan var da bakıyorum bizimkiler çoğunlukta. Çok mutlu ediyor bizi.
İstanbul ve Bursa’da da Uğur Dündar Televizyon Okulları kurdunuz. Fakat sonrasında neden kapandı, arkasındaki sebep neydi?
MG: Kurduk, belediye ruhsat vermeyince kapattık. Bursa’nın en modern binasına yangın merdiveni yeterli değil diye ruhsat vermediler. Yaptık yeniden gene olmadı. ” 11 cm kısa” dediler… 11 cm uzattık. ” 1 cm uzun” dediler falan… Bizde aldık şapkamızı çıktık. Kapadık Bursa’yı. Sonra o Belediye Başkanı, FETÖ’cülükten ayrıldı oradan.
Peki, Müjdat Gezen’in sanatın içindeki kimliğini anlatır mısınız?
MG: Onu benim anlatmamdan çok, karşının beni nasıl gördüğü daha önemlidir. İşte tiyatroda, sinemada, televizyonda, kitap dünyasında senelerdir çalışıyorum. Eh işte herhalde ölünceye kadar da çalışacağız. Çünkü bizim meslekte, durursak, düşeriz.
“Sanatçı ve aydın arasında bir bağ vardır, iki taraf da bağımsız olmalıdır” gibi bir algı söz konusu. Devletten maaş alan bir sanatçı veya aydın ne kadar bağımsız olabilir? Doğru bir duruş sergileyebilir mi ve sanata katkı sağlayabilir mi?
MG: Katkısı olmalı, olabilir. Ama devlet el attığında, Cumhurbaşkanı “ Hem para vereceğiz hem bizi eleştirecekler. Ohhh ne iyi!” dediği zaman duruyor. O zaman bir sansür ve ağır bir denetim başlıyor. Onun için ben doğru bulmam. Yani, ödenekli tiyatroların kadrosu kadar kadromuz var bizim. Bir düşün Yedi Kocalı Hürmüz’de 85 kişi var. 52 kişi var Artiz Mektebi’nde.. Bizim çok kalabalık kadromuz. Hepsi öğrencilerimiz, mezunlarımız yani: MSM’liler. Biz mutluyuz. Ha biraz fazla giderimiz oluyor ama buradan yetişen çocuklar kendilerine en kötü ihtimalle bir tiyatro bulmuş oluyorlar.
Orhan Kemal’in romanından uyarlanan Bekçi Murtaza filminde canlandırdığınız karakterin şöyle bir repliği var: “Almışım amirlerimden kurs, hem de yüksek disiplin.” Bu aslında sizin gerçek karakterinize aykırı bir roldü; bu karakteri oynamak size ne hissettirmişti?
MG: Tabii, Orhan Kemal’in Adana’dayken bir fabrikada gözlemlediği bir tipti. Onu, Murtaza’yı önce öykü olarak yazdı Orhan abi. Arkasından romanlaştırdı, sonra senaryolaştırdı, daha sonra tiyatro oyunu yaptı. Ulvi Uraz oynadı. Senaryo yaptı ve senaryosunu ilk Tunç Başaran çekti, Müşvik Kenter’le. Sonra Ali Özgentürk çekti. Venedik Film Festivaline gittik biz. Finale kaldı filmimiz, çok iyi eleştiriler aldı. Ama o tiple, aktörün özdeş olmaması daha iyidir. Yani tamamen kontrast bir tipte oynamak daha zenginliktir. Yani oyunculuğunu da geliştirir insanın. Çok güzel bir çalışmaydı o çok…
Yani, kendi muhalif duruşunuza tam ters düşen bu rolü oynamak size zevk mi verdi?
MG: Evet evet, çok zevk verir. Çünkü o adamı sevdirmek yerine, o adamı eleştiri haline getirmek de önemlidir. Mesela ben Hitler rolü için de söylerim. Hitler’i çok beğenir aktör, hata yaparsa sevdirebilir. Oysa 1970’li yılların başında Viyana’da bir aktör, Hürriyet Gazetesi’ne çıkmıştı o zaman kesip saklamıştım. Öğrencilerime hep gösteririm, işte Kierkegaard Hammerman mesela aktörün ismi neyse… ” Hitler rolünde yeterince nefret uyandırabildiği için ayakta alkışlandı” diyordu. Anlatabiliyor muyum ne demek istediğimi? Bu bıçak sırtı ve tehlikeli bir iştir. Yani sevilmeyen, anti kahramanlar diyoruz biz bunlara, oynarken bıçak sırtıdır, dikkatli olmak lazım.
O zaman şöyle bir soru sorayım hocam, 2007’den beri UNICEF iyi niyet elçiliği yapıyorsunuz. Burada nasıl faaliyetler gerçekleştiriyorsunuz? Böyle işlere sanatçılarımız daha çok katılmalı mı?
MG: Ben şimdi yargıç değilim; yani ” Ben yapıyorum onlar niye yapmıyor ” diye insanları hiç suçlamam. Kimi yapar kimi yapmaz. Herkes yapmak zorunda değil. Yani geçenlerde, işte biri geldi buraya. “Siz burada senelerdir çorba dağıtıyorsunuz.” İnsanlara ekmek, öğlen vakti burada yoldan geçenlere falan yemek veriyoruz işte. “Her sanatçının böyle bir mecburiyeti yok,” dedi. Ben de mecburiyetten yapmıyorum, zaten mutfakta pişiyor. 200 kişilik fazla pişirin, bu kadar yani. Bizim huzurevimizde de öyle. Buradan oraya giden yemeklerimizde de bir masrafımız olmuyor ki. Zaten personel çocuklara yemek pişiyor. Biraz fazla yapınca herkes yiyor. Yani bunun aman aman övülecek bir yanı yok.
Ama burada dikkat edilmesi gereken konu, bence tavsiyeden çok, ya yaptığınız işi sevin ya sevdiğiniz işi yapın.
Genel olarak gençlere ve biz Bahçeşehir öğrencilerine söyleyeceğiniz, sanat için verebileceğiniz tavsiyeler var mı? Çünkü biliyorsunuz günümüzde gerçek sanatçı az kaldı.
MG: ‘Gerçek sanatçı’ diye Cumhurbaşkanımız niteledi zaten. Çok da güzel bir tarif yaptı. ” Sadece buraya gelenler (Zeytin Dalı Harekâtı’na destek için Hatay’a giden sanatçıları kast ediyor) gerçek sanatçılardır” dedi. Kaldı ki onların arasında da hakikaten arkadaşlarımız var. Gerçekten iyi sanatçı olanlar da var yani. Ee, toptancılığı çok sevmem ben, anlatabiliyor muyum? Böyle topyekûn şeyler yapmayı sevmem. Ama burada dikkat edilmesi gereken konu, bence tavsiyeden çok, ya yaptığınız işi sevin ya sevdiğiniz işi yapın. Eğer sevdiğiniz işi yapamıyorsanız, ne yapıp yapıp yaptığınız işi sevin, başarılı olursunuz. Buradan tiyatroya gidiyordum bir gece, önümüzde Kadıköy Belediyesi’nin küçük dar sokaklar için yaptırdığı çöp kamyonu vardı. Bir an düşündüm, “ Ya bu adam severek yapıyor işini, çöpçü bu”. Dedim ki: Bu yakında temizlik işleri müdürlüğüne kadar yükselebilir. Çünkü yaptığı işi seviyor adam, türkü söylüyor gecenin saat 11 buçuğu, düşünebiliyor musun? Çöpleri boşaltıyor, türkü söylüyor. Dedim ki müthiş bir şey bu; insanların yaptığı işi sevmesi başarı oranını yüzde yüz arttırır. Öğrenci arkadaşlara tavsiyem değil; ama söylemem odur ki, ya yaptığınız işi sevin, ya sevdiğiniz işi yapın. Çoğu insan sevdiği işi yapamıyor Türkiye’de. Seçtiği branş bile kendi isteğinin dışında kalıyor. O zaman yapılacak şey, o işi sevmek. Ben küçük rol oynadığım da figürasyonluk yaptığımda da Şehir Tiyatroları’nda oynadığımda da rolü sevmeye çalıştım, iyi de olmuş.
Peki hocam sevdiğimiz işi yapıyoruz, ama yine de devletin bize dayattığı ideoloji altında bir maaş alarak çalışıyoruz. Sizce çıkarlarımız doğrultusunda “Bekçi Murtaza” gibi mi davranmamız lazım?
MG: Hakkınızı aramanız daha uygundur. Hak verilmez alınır!